Bugün, 14 Şaban 1445. Şaban 14’ü 15’e bağlayan gecede kutlanan Berat Gecesi, “Mevlid, Regâib, Mi’rac, Berat, Kadir” olarak sıralanan beş mübarek geceden birisi.
Müslümanlar asırlardır, bu gecede Allah’ın affı umuduyla günahlarından bağışlanma dileyip, sabah gün ışıyıncaya kadar ibadetle meşgul oluyor.
Sakk (Senet) gecesi
Sözlükte, “muaf, özgür” olma anlamlarına gelen “berâet” kelimesi, halk arasında zamanla “berat” şeklinde yaygınlık kazanmıştı. Geceye, “Mübarek Gece, Sakk (Sened) Gecesi, Berâe Gecesi, Rahmet Gecesi” gibi isimler de verilmişti. Fars ve Arabistan coğrafyasında, devletin kişilere ya da kişilerin birbirine olan taahhütlerini kayıt altına alan belgeye “sak” denmekteydi.
Aynı şekilde, borçtan kurtulunduğu zaman karşı taraftan alınan vesika da bu adla anılırdı. Bugün, ticarî hayatın vazgeçilmez enstrümanlarından birisi olan “çek” de bu kökten gelmekteydi. Çek kelimesinin diller arası dolaşımı da ilginçti. Bu kelime; Arapçada şak/sakk, Farsçada çak, Latincede scaccus, Fransızcada eschac, İngilizcede check olmuştu.
Doğudan Batıya ise Haçlı Seferleri döneminde geçmişti. İşte, İslam âlimlerinden bazıları; Berat gecesi ile bu gecede müminlerin Allah’ın bağışlamasıyla günahlardan kurtulacağı umudu arasında bir bağlantı kurarak, geceye “Sakk (Sened) Gecesi” adını vermişlerdi.
Evliya Çelebi: Süleymaniye’de, Sultanahmet’te binlerce kandil var
Osmanlı devrinde, gerek İstanbul’da gerekse de diğer bölgelerde mübarek gün ve geceler, yoğun bir katılım ve zengin bir içerikle kutlanırdı. Anadolu’yu gezen seyyah İbn-i Batuta, değişik şehirleri ziyareti sırasında dini hayatın çeşitli görünümlerini anlatırken; Cuma günleri, Kandil Geceleri, Üç Aylar ve bilhassa Ramazan ayının, ahali tarafından nasıl büyük bir istek ve heyecanla kutlandığını yazmıştı.
Bu gecelere “kandil” denilmesi ise daha sonraki zamanlarda ortaya çıkmıştı. Padişah II. Selim (1566-1574) döneminde, camilerin aydınlatma sistemi gelişmiş, camilerin çevresi ile minarelere kandil de konulmaya başlanmıştı. Camilerde kandil yakılması ile ilgili çok sayıda belgede, mübarek gece olması dolayısıyla cami ve mescitlerde kandil yakılmasının “âdât-ı haseneden” olduğu belirtilmişti.
Mübarek gecelerde bu kandiller yakıldığı için de “kandil” ifadesi giderek yaygınlaşmıştı. III. Murad zamanında ise Koca Mustafa Paşa Dergâhı şeyhi Necmettin Hasan Efendi padişaha, mübarek gecelerde kandillerin yakılmasında titiz davranılması yönündeki görüşünü iletince, kandil yakmak da yaygınlaşmıştı.
Evliya Çelebi, IV. Murat devrinde mübarek gecelerde sadece Süleymaniye ve Sultanahmet Camilerinde “binlerce” kandil yakıldığını yazmıştı. Kandillerin giderleri için vakıflar bile kurulmuştu.
Bazı İslam âlimleri, Nur Suresi 34’üncü Âyette yer alan, “Allah, göklerin ve yerin Nurudur. O’nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir, cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır.” İlah-i Kelamının, mübarek gecelere “kandil” denilmesine ilham vermiş olabileceğini dile getirmişlerdi.
Kandillere “kaftan giydirme”
Mübarek geceler ile Ramazan ayı boyunca, normal kandil uygulamalarının yanı sıra bazı farklı teknikler de vardı. İki ve daha fazla minareli camilere mahya asılırken, tek minareli camilerde ise mahya kurulamadığından, minarenin şerefesinden revak sütunlarına halat gerilerek, kandiller halatın üzerinden aşağıya doğru kaydırılarak bir tür “yıldız kayması” gösterisi yapılırdı.
Bir de Kadir gecelerine has olan “kaftan giydirme” vardı. Tek minareli camilerde, minareye kandillerle kaftan geçirilirdi. Halk arasında durumu iyi olanlar, evlerini de kandiller donatırdı.
İstanbul’un yedi tepesinden birindeki Bekirpaşa, Davutpaşa ve Kocamustafapaşa camileri, minarelerini yalnız Kadir gecelerinde kandillerle kaftan giydirerek donatırlardı. Peygamber Efendimizin (SAV) doğduğu günün gecesinde ise bütün evlerde mutlaka bir tane de olsa sabaha kadar yanan bir kandil bulunurdu. Ayrıca, ertesi günü ikindi vaktine kadar, şehrin muhtelif yerlerinden top atılması da adettendi.
Devlet, bütün bu kutlamalar için gerekli düzenlemeleri yapar, tedbirleri alırdı. 1839 tarihli bir belgede, Mevlid gecesi Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi) kapısı önündeki aydınlatma için 750 şamandıralı kandil ile zeytinyağı verilmesi gerektiği emir buyrulmuştu.
Bir başka belgede ise Tersane Zindanı’ndaki Müslüman mahpuslar için yaptırılan mescit minaresinde mübarek gecelerde yakılacak kandiller için gereken zeytinyağının temin edilmesi istenmişti. Mevlid’in resmi törenle kutlanışı 1910’dan itibaren kanunla kabul edilmiş ve bu törenlere Cumhuriyet’in ilanına kadar devam edilmişti.
Tekkelerde Kelime-i Tevhid okumaları
Berat Kandili’nde de, diğer mübarek gecelerde de Kelime-i Tevhid ve Buhari okumaları, tefsir dersleri verilmesi gibi uygulamalar da vardı. Halktan kişiler de bir araya gelip bu okumaları yaparlarken, asıl törenler ise tekke, dergâh ve zaviyelerde olurdu.
1793 tarihli bir belgede, Makedonya Karaferye’deki Mehmedoğlu Yahya Bali Zaviyesi’nde, mübarek gecelerde Kelime-i Tevhid okunduğu bilgisine yer verilmişti. Belgede, bu tekkenin Alevi tekkesi olduğu da vurgulanmıştı.
Mübarek gecelerdeki törenlerde, çevreye güzel kokular yayılması amacıyla öd ve amber alınması için vakıflar da kurulmuştu. Bazı vakıflar ise kandil gecelerinde camilere gidenlerin sayısının artmasını dikkate alarak, vaazlar için daha fazla hoca görevlendirilmesi amacıyla kurulmuştu.
Bu vakıflar vasıtasıyla mübarek gecelerde görev alacak vaizlerin yol masrafları ile iaşe ve ibatesi sağlanıyordu. Hafız Celal Efendi isimli bir zatın kurduğu vakıf da Bâlâ’daki “Akaid-i İslamîye’den siz dağlı Müslümanların bilgilendirilmesi için”, mübarek gün ve gecelerde halkın geldiği camilere vaiz tayin ediyordu.
Kandil vesilesiyle mahkûmlara af
Osmanlı devletinde kandil gecelerine has uygulamalardan birisi de zaman zaman hapishanedekiler için ceza affı ilanıydı. 6 Temmuz 1892 tarihinde, Adliye Nezareti’nden Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen bir belgede, “Cinayetlerden mahkûm olmayan suçlular için, mübarek gün ve geceler hürmetine çıkarılan genel aftan” bahsedilmekteydi.
24 Ağustos 1892 tarihli bir başka yazıda ise “Mübarek gün ve mukaddes geceler hürmetine cezalarının üçte birini tamamlamış olanların tahliyelerine, şayet tahliyelerinde mahzur görülenler varsa bunların da icabına bakılmasına” dair emir yer alıyordu.
Tanzimat ilan edilince dinî hizmetler aksadı
Osmanlı İmparatorluğu gerileme sürecine girip, Batılılaşma akımı devlete hâkim olduğunda ise dinî hayrat hizmetlerinde kimi aksamalar da görülmeye başlamıştı. Batılı devletlerin baskısıyla 1839 yılında ilan edilen Tanzimat’ı takip eden dönemde, bu türden harcamaların kaynağı ve nasıl yapılacağı belirsizleşmişti.
Batılı güçler, gayrimüslimlere karşı eşitliği bozup, haksızlığa yol açacağı iddiasıyla bu alandaki harcamaları yakından takip ediyor, itirazlar getiriyorlardı. Bu çevreler, bazen resmî hiçbir şey yapamasalar bile, basın yoluyla görüşlerini dile getirip, yöneticiler üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyorlardı.
1840 tarihli bir belgede, “Tanzimat-ı Hayriye’nin ilanından sonra fukara ve dervişlere verilegelen aylıklarla ilgili yapılacak muamele henüz belli olmadığından, Kengırı kasabasında, camilerde tefsir okutan ve mübarek gecelerde Nakşibendî ayini icra edenlere maaş tahsis edilmesine” bir yol bulunması isteniyordu.
– Doç. Dr. Halide Aslan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Mübarek Gün ve Gecelerden Kandiller” Necmettin Erbakan Üniversitesi, Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl 7, Sayı 13, 2009
– Dr. Hamdi Tekeli, “Berat Kandili”, Vaaz Projeleri, Diyanet İşleri Başkanlığı
– Doç. Dr. Galip Güner, “Eski Türkler Çek Yazar mıydı?”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, Sayı 5, 2016